Mersin Vatan Gazetesi
HV
19 NİSAN Cuma 08:35

Halkın Kurtuluş Partisi Abdullah Gül Hakkında Suç Duyurusunda Bulundu

“FETÖ Terör Örgütü üyeliği”nden tutuklanan Sedat Caner; kendisinin kullanımında olan ByLock yüklü telefonun Cumhurbaşkanlığı demirbaşı olarak kendisine verildiğini, “FETÖ” elebaşlarından Tuncay Delibaş ve firari Akın İpek’le görüşmelerinin olduğunu ve bunlarla da Abdullah Gül sayesinde tanıştığını itiraf etmiştir.

GÜNCEL
Giriş Tarihi : 14-08-2018 11:42   Güncelleme : 14-08-2018 11:42
Halkın Kurtuluş Partisi Abdullah Gül Hakkında Suç Duyurusunda Bulundu
 
Bu itiraflar karşısında re’sen harekete geçmesi gereken Savcılar bu kişinin silahlı terör örgütü
üyeliğinden tutuklanmasını sağladıkları halde, Abdullah Gül’ün suçlarını kapatmak istemişlerdir.
Oysa Sedat Caner ne kadar suçluysa, onun sorgusunda verdiği ifadesinde geçen suçlar nedeniyle
Abdullah Gül de o kadar suçludur. Sedat Caner’in, bildiklerinin tamamını anlattığını da sanmıyoruz.
Yine Sedat Caner’in Abdullah Gül’ün emir ve talimatlarıyla hareket ettiği de son derece açıktır. Öyle ki,
kendisini işe alırken ilkin Gül’ün eşi görüşme yapıyor, bir gün sonra da A. Gül kendisi ile görüşüp işe
alıyor. Bu olay bile gösteriyor ki, devlet işlerine eş ve çocuklarını karıştıran bu Ortaçağcılar hep birlikte
aynı hedefe doğru hareket ediyorlardı. Ancak ganimet paylaşımı bunları birbirlerinden ayırmış oldu.
Sedat Caner’in itirafları A. Gül’ün TCK’nun 220’nci maddesinde öngörülen “Suç işlemek amacıyla
örgüt kurma” suçundan ve söz konusu suç örgütü de; silahlı olduğundan 3713 sayılı TMK m. 3 uyarınca
terör suçu kapsamında kabul edilip TCK m. 314’üncü maddeden cezalandırılması gerekmektedir.
Ama savcılar görevlerini yapmaktan çekinmektedirler. Bu nedenle Partimiz hem tarihe not düşmek hem
de görevini suiistimal eden savcılara görevlerini hatırlatmak amacıyla bugün Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı Terör Suçları Bürosuna A. Gül hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.
Halkçı Hukukçular tarafından hazırlanan dilekçede şu ifadelere yer verilmiştir:
 
***
 
Yedi yıl sonraki devir teslim töreninde yaptığı konuşmada; “Yarım asra yakın bir beraberliğimiz var.
Dolayısıyla görevi böyle bir arkadaşıma devrediyorum. Sayın Cumhurbaşkanının üstün liderlik ve
yöneticilik yeteneklerini, ülkesine milletine hizmet aşkını en yakından bilenlerdenim. Son 14 yıl boyunca
ise önce partimizi beraber kurduk, sonra da Türkiye‘nin yönetiminde değişik pozisyonlarda beraber çalıştık.
Gururla söylemeliyim ki, bu 12 yıl Cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemleri arasında yer aldı. Birlikte
tarihi sosyal, siyasi, ekonomik dönüşümlere imza attık. Ülkemizde dönüşümlerin, istikrarın, refahın
sağlanmasını sağladık. Dünya barışına katkı sağladık. Değerli kardeşim Recep Tayyip Erdoğan’ın
cumhurbaşkanlığında Türkiye’nin bu konuda ilerleme sağlayacağına eminim. Görevi devrederken
müsterihim. Tıpkı 11 yıl önce başbakanlık görevini devrettiğim gibi” diyerek 40 yıllık yakın arkadaşı
olduğunu söylediği Tayyip Erdoğan’a görevi devretmiştir. Yani birbirlerine kefillerdir.
İktidara getirildikleri 2002’den bu yana Cumhuriyetimizin” “parlak” bir dönemden mi geçtiğini yoksa
uçuruma mı sürüklendiğini bugünlerde daha iyi görmekteyiz. Ülkemiz, Emperyalizme bağımlı, faiz-rant
ekonomisiyle büyük bir çöküşün içine getirildi. Cebimizdeki paramız dolar karşısında pula döndü, bir
gecede yüzde 40’a yakın eridi. Daha da kötü günler yaşayacağımız kaçınılmaz.
“Ver papazı, al papazı” muhabbetleriyle şu anda yaşamakta olduğumuz ekonomik yıkımın
gerekçelerinden birisi olarak topluma sunulan Fetullah Gülen iblisinin adamları; ordu, yargı, üniversiteler,
milli eğitim, sağlık başta olmak üzere tüm devlet kurumlarına bu iktidar tarafından yerleştirildi. Üniversite,
Lise ve KPSS sınavlarına giren gençlerimizin hayalleri bu “FETÖ örgütü” tarafından çalınan sorularla
yıkıldı, heba edildi. “FETÖ” ve yandaşlarınca yapılan bu Emek hırsızlıkları yoğun bir şekilde işte bu
dönemde yaşandı.
(…)
FETÖ üyeliği”nden 02 Ağustos 2018 günü tutuklanan Sedat Caner’den önemli itiraflar gelmiştir.
“Soruşturma dosyasında, anılan kişinin Fetullah Gülen’in özel doktoru olduğu ve “FETÖ” liderlerinden
Tuncay Delibaş’la irtibatlı olduğu, Bank Asya’da hesabında artış olduğu, ByLock kullanıcısı olduğu
iddiaları bulunmaktadır. İddianameye göre Sedat Caner; hem şüpheli Abdullah Gül’ün hem de “FETÖ”
lideri Gülen’in özel doktoru. Yani her ikisinin de çok yakınında ve en mahrem bilgilere sahip. Bu
anlattıkları bildiklerinin tamamı olmadığı da çok açık...
 
2
 
Sedat Caner, sorgusunda her ne kadar bu suçlamaları reddetse de ifadesinde şüpheli Abdullah Gül
hakkında ciddi suç ihbarlarında bulunmaktadır. Sedat Caner’in gazetelerde yer alan ifadesine göre;
“kendisi ve şüpheli Abdullah Gül, “FETÖ” firarilerinden Akın İpek ile birlikte tatil yapmışlar ve
kendisinde bulunan Bylock yüklü telefonu da Cumhurbaşkanlığı tarafından verilmiş.
Sedat Caner’in ifadesindeki şüpheli Abdullah Gül’ü ilgilendiren bölümler aynen şöyledir:
“Ben Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün doktoru olmam nedeniyle bu yapının tepe yönetiminde yer
alan Tuncay Delibaş ile mecburen temas ettim. Köşk’teki görevime başladığımda Tuncay Delibaş, Sağlık
Koordinasyon Kurulu’nda görevliydi. Kendisiyle tıbbi konularda görüşürdüm. Aynı zamanda asistan
olarak görev yaptığımda Tuncay Delibaş, Numune Hastanesi’nde bölüm başkanıydı. Ben de o dönemde
herkes gibi kendisini tanıdım. Zaman zaman bir araya geldiğimiz oldu. Tuncay Delibaş, beni ürküten bir
insandı. Bundan dolayı zorunlu temasım dışında uzak duruyordum.”
Sedat Caner, ifadesinde; “FETÖ” firarisi olarak İngiltere’de bulunan Hamdi Akın İpek’le irtibatını
ise şöyle açıkladı:
“Marmaris’te Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde tatil için 2-3 günlüğüne gidilmişti.
Ben de heyetteydim. Akın İpek de orada Cumhurbaşkanımızı karşıladı. Cumhurbaşkanı Gül ve ailesi,
Akın İpek’e ait olan Angel/S Peninsula isimli otelinde tatil için bulunuyordu. Hep beraber orada tatil
yaptık. Akın İpek’in yatları vardı. Bu yatlardan biriyle Sisam adasına bir tur yaptık. Teknede ben,
korumalar, Akın İpek, Tekin İpek, Cumhurbaşkanı Gül ve ailesi vardı. Akın İpek’i ben, o tatil ve teknede
kaldığımız bu süreçte tanıdım. Kendisi bize hitaben ne iş yaptığımızı sordu. Biz de Cumhurbaşkanı’nın
doktoru olduğumuzu söyledik. Lobi barda alkolsüz içkilerden tükettik. Akın İpek Ankara’ya döndükten
sonra İpek ailesi üyeleriyle resepsiyonlarda bir araya geldik ve kendisi ile özel dini ve benzeri günlerde
mesajlaşma şeklinde temasımız oldu. “
Sedat Caner, her ne kadar “FETÖ”nün haberleşme programı ByLock’u kullandığı iddiasını reddetse de
Cumhurbaşkanı doktoru olduğu dönemde Köşk’ün bilgi işlem müdürlüğünden kendilerine kullanmaları
için telefon verildiğini kabul etmiş ve “Bana verilen telefonda birçok uygulama yüklüydü. Hatta EDİS
Başkanı ile görüştüğümüzde neden bu kadar uygulama var telefonumuzda diye sorduğumuzda bunlar
gerekli uygulamalar dedi. Köşk’ten ayrıldıktan sonra bu telefonu kendi özel hattımı takarak kullandım”
demiştir.
Görüldüğü gibi, “FETÖ üyeliği”nden tutuklanan bu kişi; bu örgütün tepe yöneticilerinden “Tuncay
Delibaş ile Abdullah Gül’ün doktoru olması nedeniyle zorunlu olarak temas ettiğini, kendisini ürküten birisi
olduğunu bildiği halde bu zorunluluk nedeniyle ilişkisinin sürdüğünü” söylemektedir. Buradaki
zorunluluğun şüpheli Abdullah Gül’ün emir ve talimatlarından kaynaklandığı son derece açıktır.
Yine şüpheli “Abdullah Gül’ün Marmaris’te Akın İpek’in otelinde tatil yaptığı, yatlarıyla gezdiği ve
kendisinin de bu tatil nedeniyle Akın İpek’le tanıştığını ve daha sonra görüşmelerinin sürdüğünü”
söylemektedir. Bütün bu ifadelerden da anlaşılacağı üzere; şüpheli Abdullah Gül de 15 Temmuz sonrası
şeytanlaştırılarak taşlanan “FETÖ” örgütünün bir üyesidir. Hiyerarşik yapısını bilemeyiz. Ancak
diğer başka bilgi ve bulgulardan ayrı olarak, sadece Sedat Caner’in görgüye dayalı somut
ifadesinden de çok iyi anlaşılacağı üzere, şüpheli Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı makamını bu
örgütün hizmetine sunmuş, 15 Temmuz yargılamalarında “örgüt üyeliğine karine olarak kabul
edilen” ByLock telefon hattının kullanılmasını sağlamıştır.
TCK m. 220’de, “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçu yaptırıma bağlanmıştır. Anılan maddenin
birinci fıkrasında; “suç örgütü kuran veya yönetenleri”, ikinci fıkrasında; “bu örgüte üye olanları”,
dördüncü fıkrasında; “bu örgütün silahlı olması halinde verilecek cezaların ağırlaştırılacağını, beşinci
fıkrasında; “örgüt yöneticilerinin örgüt adına işlenen bütün suçlardan ayrıca fail olarak
cezalandırılacaklarını”, altıncı fıkrasında; “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin
ayrıca örgüt üyeliğinden de cezalandırılacaklarını”, yedinci fıkrasında ise; “örgüt hiyerarşik yapısına dahil
olmamakla birlikte örgüte bilerek veya isteyerek yardım eden kişinin örgüt üyesi gibi cezalandırılacağı”
öngörülmüştür.
Olayımızda sözkonusu olan suç örgütü; silahlı olduğu kanıtlanmış ve Yargıtayca da kabul edilmiş
“FETÖ” silahlı terör örgütüdür. Hal böyle olunca, 3713 sayılı TMK m. 3 uyarınca terör suçu
 
3
 
kapsamında kabul edilen TCK m. 314’ün de uygulanması gerekmektedir. Şüpheli Abdullah Gül’ün örgütün
hiyerarşik yapısı içindeki yerine bizim bilebilmemiz mümkün değildir. Soruşturma anında ortaya
çıkartılacak bir olgudur. Ancak TCK m. 220/7’de, örgüte hâkim olan hiyerarşik yapıya dahil olmamakla
birlikte, suç örgütünün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden veya maddi yardımda bulunan kişinin
örgüt üyesi olarak kabul edilip cezalandırılması öngörülmüştür.
Yine suç örgütü için para toplayıp bu paraları suç örgütüne veya suç örgütü adına örgütün mensuplarına
aktaran kişinin suç örgütü üyeliğinden sorumlu tutulması gerektiği halde, örgütün amacına bilerek ve
isteyerek hizmet etmek amacıyla şahsi veya ailesine ait para veya mal ile yardım ve destekte bulunan
kişinin bu fiili TCK m.220/7 kapsamında değerlendirilecektir.
Suç örgütüne üye kazandırmak amacıyla üye adaylarını alıp suç örgütü yetkililerine götüren kişi ise,
örgütün güvenini kazandığından ve örgütle yakın ilişki kurup onun adına hareket ettiğinden, TCK m.220/2
kapsamında ve örgüt silahlı ise TCK m. 314/2 uyarınca “silahlı örgüt üyesi” sıfatı ile sorumlu tutulacaktır.
Olayımızda, şüpheli Abdullah Gül bakımından TCK 220 ve 314. maddelerinin tüm unsurları
bulunmaktadır. Şüphelinin örgüt hiyerarşisindeki yerini tespit etmek savcılığın görevidir.
Bu arada belirtelim ki, her kesimden “FETÖ” işbirlikçisi ve militanı çıktığı halde, bir türlü siyaset
içindeki “FETÖ”cülere dokunulmamaktadır. Zira mevcut siyasi iktidar içinde yönetim kademelerinde
bulunup da bu terör örgütü ile iş tutmayan hiç kimse yoktur. Zaman zaman “kandırıldık, Allah affetsin,
milletim affetsin” diyerek suçlarını da itiraf ettikleri ve hatta şüphelilerin birçoğu kendilerini bu örgütle
tanıştıran siyasilerin adını verdikleri halde kimse bunlar hakkında soruşturma başlatma cesaretini
gösterememektedir.
Sedat Caner’in ifadesinde kayda geçen Abdullah Gül hakkındaki beyanları hiçbir yoruma gerek
kalmadan, şüphelinin “FETÖ” üyeliğini kanıtlamaktadır. Esasen savcılık makamınca re’sen harekete
geçilip soruşturulması gerekmektedir. Başka bir anlatımla, şüphelinin yakın doktoru ve sağlık müdürü
“FETÖ üyeliği”nden tutuklanırken, vermiş olduğu ifadede kendisini bu suç örgütü ile tanıştıranın, örgütsel
haberleşmede kullanılan ByLock gibi suç aletlerini kendisine verenin Abdullah Gül olduğunu söylemesi
ihbar kabul edilip hakkında soruşturma açılmaması hukuksuzdur. Aynı zamanda görevi ihmaldir.
Müvekkil parti, tarihsel görev ve sorumluluğunu yerine getirmek için işbu suç duyurusunu yapmaktadır.
Eğer adaletin herkese eşit uygulandığı söyleniyorsa, her türlü kanıtlarıyla ispatlanmış bu suçun
soruşturulması ve cezasız bırakılmaması gerekmektedir.
 
SONUÇ VE İSTEM..: Yukarıda ayrıntılıca anlatılan nedenlerle;
Silahlı “FETÖ terör örgütü üyeliği” suçu sabit olan şüpheli Abdullah Gül hakkında TCK. 220/6-7
ve 314. mad. ile 3713 sayılı TMK. 3. maddeleri uyarınca soruşturma yürütülerek cezalandırılmalarının
sağlanmasını vekâleten dileriz. 13.08.2018
ismail USTAismail USTA

Mersin Vatan Haber Müdürü